Kailani Kai, kıvrımlarıyla gözleri kamaştıran, kalın kalçası ve iri göğüsleriyle her adımı ayrı bir davetiye gibiydi. Derin bakışlarıyla içten içe yanan bir ateşi saklıyordu, sanki sırf o an için yaratılmıştı. Preston Parker onun bu büyüleyici vücuduna karşı koyamıyor, her hareketinde daha da batıyordu içine. Kailani’nin amcığı bıçağını kıskaç gibi sardığında, onun sert yarak dolgusuna hazır olduğunu gösteriyordu. İlk dokunuşlar ağır ve hunharca başladı; Preston’un bomboş kalan eli kalçalarını sıkarken Kailani dizlerinin üzerinde onu bekliyordu.
Sakso çekmeye başladığında dilini amcığın içinde gezdiriyor, her dropu yalayışında içindeki fırtına artıyordu. Ağzındaki ıslaklık derinleşiyor, dişlerinin hafifçe geçişiyle Preston’un sinirleri geriliyordu. Kailani kendini tamamen teslim etti; burnu sertçe yakasından sürtülürken neredeyse boğulacakmış gibi oluyordu ama bu acıdan zevk alıyordu. Omuzlarını yukarı çekip başını hafifçe geri atması, onu daha çok kışkırttı – adam hızlıca dikildiğinde çocuğunu iyice girdiğinin farkındaydı.
Göğüslerini iki avuç içerisine alan Preston, göbeğini yumruklarken durmadı, kalçalarını karnına bastırarak kailani’yi içine çekiyordu. Her kökleme dalgasında amcıkları şiddetle genişliyor; inlettikçe ikisi de kendi seslerine tanıklık edip çıldırıyordu. Sırt üstü yere yuvarlanmış haldeyken kailani’nin devasa poposunu kaldırıp baştan aşağı kontrol ediyor gibiydi. Burnu ensesine yaslanmıştı, nefesi sıcak ve yoğun; “Dayanamıyorum,” diye homurdandı erkek.
Bu arada kailani de dediğini yapmadan durmuyordu: ellerini adamın sırtına bastırıp kendini daha çok dayadı içeriye. Gecenin karanlığında sadece onların nefes alış verişi duyuluyordu şimdi artık; her sikis dalgasında birbirlerinin bedenine zincirlenmişlerdi resmen. Sonunda önüne gelen hazzın doruğunda ikisi birden patladılar; adam kalçasından tutup son bir kez daha itinirken kailani avuçlarında hırlayan toprak kokulu ter kokusuyla bağırdı.
O an her şey sustu; sadece keskin kokuları ve kızgın tenleri kaldı geriye…